Bazen ara ara gereksiz insanlar girer hayatımıza işte onların bizim hayatımızda oynayacakları ufak, tefek kısa rolleri vardır ve bu rollerini oynadıktan sonra da hayatımızdan geldikleri gibi giderler.
Zaman zaman vazgeçemem dediğimiz insanlarla yaşanılan kırgınlıklardan kocaman problemler doğar ve onca yaşanmışlıklar hiç sayılarak hayatımızdan çıkıp gitmelerini seyrederiz.
Gelene hoş geldin demeyi biliyor isek, gidene de güle güle demeyi öğrenmedikçe hayattan zevk alma duygumuz körelir.
Ve sen kendi hayatının filminde yönetmen olacaksın ve kimlere rol, kimlere yol vermen gerektiğini bileceksin.
İnsanlara fazla tevazu gösterdiğiniz zaman vasat insanlardan nasihat dinlemeye mecbur kalırsınız.
Bizler izin verdiğimiz kadar, bizim hayatımızda söz sahibi olacak insanlara bunun böyle olduğunu her fırsatta hatırlatmamız gerekir ki onlarda nerede duracaklarını bilsinler.
Hiçbir insan vazgeçilmez ve yeri doldurulamaz değildir.
Hayatımıza giren bir insan rolünü tamamladı ve gitmesi gerekiyor ise bağlasanız durduramazsınız.
Çünkü ‘’Gitmek isteyeni kırk düğüm halatla bağlasan, tutamazsın. Kalmak isteyene saç telin bile yeter.’’
Onun için kimsenin arkasından üzülmeye, ağlamaya, kendimize dert etmeye değmez.
Üzülme der Mevlana ve devam eder. Kaybettiğin her şey başka surette sana geri döner.
Hayatımızdan çıkan Ayşe ise yerine Fatma gelerek onun yerini anında doldurabiliyor. İnsan önce kendini sevip, değer verecek ki herkes sayıp, sevsin. Şöyle düşünün sizden bir tane daha yok ve siz kendinize gereken değeri ve önemi vermediğiniz sürece kimse size değer vermez. Bizden bir tane ise bunu etrafımızda bulunan insanlara hissettirerek işe başlamamız gerekiyor. Ben kendimi seviyorum, benden bir tane daha yok, ben kıymetliyim diyeceğiz ki başkalarının yanında da değerli olalım.
Yapmak zorunda olduğumuz şeyleri, verdiğimiz sözleri ve başkalarının ne düşündüğünü kendi isteklerimizden daha çok düşünüyoruz. Peki, sonuç ne oluyor? Hayal kırıklığı. Yaşamaktan çok hayatta kalıyoruz işte. Kendimizi de sevmemiz gerektiğini unutuyoruz. Sonuç olarak da hayallerimizi kaybedip kendimizden kopuyoruz. “Yapmak zorundayım” ve “yapmalıyım” dedikçe iç dünyamıza açılan kapıyı kapatıyoruz.
“Zamanınızı boşuna harcamayın çünkü hayatın ana maddesi zamandır.”
– Benjamin Franklin
Hayatımızın iplerini elimize almalıyız. Kendimiz için yaşamayı öğrenmeliyiz.
Yaşam çok güzel ve her şeye değer. Yaşanılan zorluklara, mutsuzluklara, sevinçlere, anılara. İyisiyle kötüsüyle bir hayat yaşıyoruz. Kimimiz çok ciddi sorunlarla uğraşıyoruz kimimiz nispeten daha kolay bir hayat kimimiz de imrenilecek bir hayat. Ancak her durumda da ayrı ayrı mutluluklarımız, sorunlarımız var ve bunlarla uğraşıyoruz. Anılar biriktiriyoruz hatırladıkça mutlu oluyoruz ya da üzülüyoruz. Ama yaşıyoruz. İşte bu nedenle diyorum hayatımızı düzenlerken bir başkasını dikkate almayalım. Bu hayatı pişmanlıklarımız ve mutluluklarımız ile sürdürelim. Ama hatırladığımızda bu kararların üstünde bir başkasının gölgesi olmasın. Yaşamımız sadece bize ait olsun.
Zaman zaman vazgeçemem dediğimiz insanlarla yaşanılan kırgınlıklardan kocaman problemler doğar ve onca yaşanmışlıklar hiç sayılarak hayatımızdan çıkıp gitmelerini seyrederiz.
Gelene hoş geldin demeyi biliyor isek, gidene de güle güle demeyi öğrenmedikçe hayattan zevk alma duygumuz körelir.
Ve sen kendi hayatının filminde yönetmen olacaksın ve kimlere rol, kimlere yol vermen gerektiğini bileceksin.
İnsanlara fazla tevazu gösterdiğiniz zaman vasat insanlardan nasihat dinlemeye mecbur kalırsınız.
Bizler izin verdiğimiz kadar, bizim hayatımızda söz sahibi olacak insanlara bunun böyle olduğunu her fırsatta hatırlatmamız gerekir ki onlarda nerede duracaklarını bilsinler.
Hiçbir insan vazgeçilmez ve yeri doldurulamaz değildir.
Hayatımıza giren bir insan rolünü tamamladı ve gitmesi gerekiyor ise bağlasanız durduramazsınız.
Çünkü ‘’Gitmek isteyeni kırk düğüm halatla bağlasan, tutamazsın. Kalmak isteyene saç telin bile yeter.’’
Onun için kimsenin arkasından üzülmeye, ağlamaya, kendimize dert etmeye değmez.
Üzülme der Mevlana ve devam eder. Kaybettiğin her şey başka surette sana geri döner.
Hayatımızdan çıkan Ayşe ise yerine Fatma gelerek onun yerini anında doldurabiliyor. İnsan önce kendini sevip, değer verecek ki herkes sayıp, sevsin. Şöyle düşünün sizden bir tane daha yok ve siz kendinize gereken değeri ve önemi vermediğiniz sürece kimse size değer vermez. Bizden bir tane ise bunu etrafımızda bulunan insanlara hissettirerek işe başlamamız gerekiyor. Ben kendimi seviyorum, benden bir tane daha yok, ben kıymetliyim diyeceğiz ki başkalarının yanında da değerli olalım.
Yapmak zorunda olduğumuz şeyleri, verdiğimiz sözleri ve başkalarının ne düşündüğünü kendi isteklerimizden daha çok düşünüyoruz. Peki, sonuç ne oluyor? Hayal kırıklığı. Yaşamaktan çok hayatta kalıyoruz işte. Kendimizi de sevmemiz gerektiğini unutuyoruz. Sonuç olarak da hayallerimizi kaybedip kendimizden kopuyoruz. “Yapmak zorundayım” ve “yapmalıyım” dedikçe iç dünyamıza açılan kapıyı kapatıyoruz.
“Zamanınızı boşuna harcamayın çünkü hayatın ana maddesi zamandır.”
– Benjamin Franklin
Hayatımızın iplerini elimize almalıyız. Kendimiz için yaşamayı öğrenmeliyiz.
Yaşam çok güzel ve her şeye değer. Yaşanılan zorluklara, mutsuzluklara, sevinçlere, anılara. İyisiyle kötüsüyle bir hayat yaşıyoruz. Kimimiz çok ciddi sorunlarla uğraşıyoruz kimimiz nispeten daha kolay bir hayat kimimiz de imrenilecek bir hayat. Ancak her durumda da ayrı ayrı mutluluklarımız, sorunlarımız var ve bunlarla uğraşıyoruz. Anılar biriktiriyoruz hatırladıkça mutlu oluyoruz ya da üzülüyoruz. Ama yaşıyoruz. İşte bu nedenle diyorum hayatımızı düzenlerken bir başkasını dikkate almayalım. Bu hayatı pişmanlıklarımız ve mutluluklarımız ile sürdürelim. Ama hatırladığımızda bu kararların üstünde bir başkasının gölgesi olmasın. Yaşamımız sadece bize ait olsun.