Önyargının sözlük anlamı; bir kişi ya da olaya ilişkin yeterli ve detaylı bir bilgi edinmeden, önceden, peşin hükme varmış olma durumudur.
Aslında toplumun küçüklükten itibaren kulağımıza fısıldadığı her kelime ve sunduğu her resim, önyargımızın temel taşlarını oluşturur.
Önyargı, insanların düşüncesizliğine bir nevi kılıftır. Su, izanın pusulasıdır. En adaletsiz yargı ise önyargıdır.
Önyargı çok çirkin bir davranış şeklidir, bazen hiç sebepsiz yere bir insandan hoşlanmaz ona karşı önyargı takınmaktan hiç çekinmeyiz.
Kendimizin sevmediği bir insanı yedi cihana kötüleyip, kimsenin sevmesini de istemeyiz.
Zaten sizi sevmeyen insan her şekilde, her haliyle bunu size belli etmekten çekinmez. Kuran-ı Kerim’de “Hislerinize uyup adaletten sapmayın” (Nisa-135) buyrularak önyargısız bir yaşam için yol gösterilir. Dilerseniz ‘’Önyargı’’ ile alakalı bir hikâye paylaşalım.
Bir zamanlar dört oğlu olan bir bilge kişi varmış;
Çocuklarına acele ve erken karar vermemelerini ve önyargılı olmamalarını öğretmek için onları eğitmek istemiş. Her birini sırayla uzak bir yerde bulunan ağacın yanına gidip ona bakmak için göndermiş. İlk oğlan kışın gitmiş, ikincisi İlkbaharda, üçüncüsü yazın, sonuncusu sonbaharda gitmiş. Sonra bir gün hepsini bir araya toplamış ve ne gördüklerini sormuş. İlk oğlan ağacın çirkin, yaşlı ve kupkuru olduğunu söylemiş. İkinci oğlan, “Hayır yeşillikle doluydu ve canlıydı” demiş. Üçüncü oğlan başka fikirdeymiş, “Çiçekleri vardı ve kokusuyla görüntüsüyle o kadar muhteşemdi ki, daha önce hiç böyle bir güzellik görmemiştim” demiş.
Sonuncu oğlan, hepsinin de haksız olduğunu ve ağacın meyvelerle dolu, canlı ve hayat taşıyor olduğunu bildirmiş.Yaşlı adam oğullarına hepsinin haklı olduğunu söylemiş, çünkü hepsi farklı mevsimlerde bu ağacı görmeye gitmişlermiş. Onlara; “bir ağacı veya bir insanı, kısa bir süre veya bir mevsim tanıdıktan sonra yargılayamayacaklarını ve neye sahip olup olmadıklarını güzelce anlatmış.”
İnsanları bir başkasının anlatması ile anlamadan, dinlemeden yargılamak yerine, kendimizin tanıması gerektiği en doğru tercih olur.
Mesela kimi sizin iyi bir dost olduğunuzu söylerken, kimisi de soğuk ve mesafeli olduğunuzu söyler.
Aslında birini anlatırken insan kendisi nasıl görmek istiyor, yâda nasıl görüyor ise karşısındaki insana o şekilde anlatmayı tercih eder.
Peki, sizi sevmeyen bir insanın sizden övgü ile bahsetmesini beklemeniz ne derece doğru olabilir ki?
Sizi sevmeyen bir insan yanındaki arkadaş çevresine sizden bahsederken hep olumsuz yanlarınızdan bahseder.Amacı ise kendi arkadaşının da size karşı soğuk, mesafeli olmalarını sağlamaktır.
Ya siz neden bir insanı kendiniz tanımak yerine bir başkasının onun hakkında anlattıkları ile hareket ederek at gözlüğünüzü takıp önyargınız ile ilerleyip, yargısız infaz yapmaya devam ediyorsunuz?
Yukarıda hikâyede bahsedildiği gibi, sizlerde hayatı ve insanları bir mevsime bakarak yargılamayın.
Aslında toplumun küçüklükten itibaren kulağımıza fısıldadığı her kelime ve sunduğu her resim, önyargımızın temel taşlarını oluşturur.
Önyargı, insanların düşüncesizliğine bir nevi kılıftır. Su, izanın pusulasıdır. En adaletsiz yargı ise önyargıdır.
Önyargı çok çirkin bir davranış şeklidir, bazen hiç sebepsiz yere bir insandan hoşlanmaz ona karşı önyargı takınmaktan hiç çekinmeyiz.
Kendimizin sevmediği bir insanı yedi cihana kötüleyip, kimsenin sevmesini de istemeyiz.
Zaten sizi sevmeyen insan her şekilde, her haliyle bunu size belli etmekten çekinmez. Kuran-ı Kerim’de “Hislerinize uyup adaletten sapmayın” (Nisa-135) buyrularak önyargısız bir yaşam için yol gösterilir. Dilerseniz ‘’Önyargı’’ ile alakalı bir hikâye paylaşalım.
Bir zamanlar dört oğlu olan bir bilge kişi varmış;
Çocuklarına acele ve erken karar vermemelerini ve önyargılı olmamalarını öğretmek için onları eğitmek istemiş. Her birini sırayla uzak bir yerde bulunan ağacın yanına gidip ona bakmak için göndermiş. İlk oğlan kışın gitmiş, ikincisi İlkbaharda, üçüncüsü yazın, sonuncusu sonbaharda gitmiş. Sonra bir gün hepsini bir araya toplamış ve ne gördüklerini sormuş. İlk oğlan ağacın çirkin, yaşlı ve kupkuru olduğunu söylemiş. İkinci oğlan, “Hayır yeşillikle doluydu ve canlıydı” demiş. Üçüncü oğlan başka fikirdeymiş, “Çiçekleri vardı ve kokusuyla görüntüsüyle o kadar muhteşemdi ki, daha önce hiç böyle bir güzellik görmemiştim” demiş.
Sonuncu oğlan, hepsinin de haksız olduğunu ve ağacın meyvelerle dolu, canlı ve hayat taşıyor olduğunu bildirmiş.Yaşlı adam oğullarına hepsinin haklı olduğunu söylemiş, çünkü hepsi farklı mevsimlerde bu ağacı görmeye gitmişlermiş. Onlara; “bir ağacı veya bir insanı, kısa bir süre veya bir mevsim tanıdıktan sonra yargılayamayacaklarını ve neye sahip olup olmadıklarını güzelce anlatmış.”
İnsanları bir başkasının anlatması ile anlamadan, dinlemeden yargılamak yerine, kendimizin tanıması gerektiği en doğru tercih olur.
Mesela kimi sizin iyi bir dost olduğunuzu söylerken, kimisi de soğuk ve mesafeli olduğunuzu söyler.
Aslında birini anlatırken insan kendisi nasıl görmek istiyor, yâda nasıl görüyor ise karşısındaki insana o şekilde anlatmayı tercih eder.
Peki, sizi sevmeyen bir insanın sizden övgü ile bahsetmesini beklemeniz ne derece doğru olabilir ki?
Sizi sevmeyen bir insan yanındaki arkadaş çevresine sizden bahsederken hep olumsuz yanlarınızdan bahseder.Amacı ise kendi arkadaşının da size karşı soğuk, mesafeli olmalarını sağlamaktır.
Ya siz neden bir insanı kendiniz tanımak yerine bir başkasının onun hakkında anlattıkları ile hareket ederek at gözlüğünüzü takıp önyargınız ile ilerleyip, yargısız infaz yapmaya devam ediyorsunuz?
Yukarıda hikâyede bahsedildiği gibi, sizlerde hayatı ve insanları bir mevsime bakarak yargılamayın.