Herhalde...
Sadece bizim şehrimize mahsus bir durumdur bu 'Elgördülük' yaşam tarzı.
Bu tarz; giyim kuşamdan tutun, davranış biçimlerine kadar her şeyde bir başkasının değerlendirmelerine göre hareket etmek olarak tanımlanabilir.
Bir takıntı halidir...
Din ve ahlak anlayışı dahil, geleneksel örf, adet ve uygulamalar bile tamamen bir başkalarının insafındadır.
Çok eski yıllarda, Kayserinin dışa kapalı olduğu dönemlerde bu durum çok daha acımasızdı.
Yan yana yürüyemeyen eşler, büyüklerinin yanında çocuğunu sevemeyen anne babalar, yan komşu 'ne der acaba ‘diye evinde kahkaha dahi atmaya imtina edenler vardı bizim çocukluğumuzda.
Bir kadının çalışması, araba sürmesi, kendi çocuğuna dahi 'seviyorum' demesi ayıplanırdı.
Yanya’na yaşıt kız ve erkek gençler dahi bir arada olamazdı. Aksi bir durumda 'adı çıkardı.'
Yaşı kırkın üstünde olan erkekler renkli cıvıl cıvıl şeyler giyemezdi.
Hep koyu, kapalı renkler...
Bizden bir devir önce ki dönemde ise şapkasız erkek çocuklarının sokağa çıkamadıkları bile söylenirdi.
Çarşı pazardan alınan yiyecek ve giyecekler büyük bir ihtimamla saklanırdı.
Yeni alınan eşyalar yıllarca saklı tutulurdu.
Kısaca...
Atılan adımlar, giyilen urbalar, ağızdan çıkan sözler, yapılan işler bugün 'Mahalle baskısı' dediğimiz 'El alem ‘sistemine bağlıydı.
Üç aşağı beş yukarı evlerin renkleri bile aynıydı nerdeyse.
Bıraktığımız bıyık, uzattığımız saç bu denetimin altındaydı.
İşin enteresan tarafı kimse de bundan şikâyetçi değildi.
Ne zaman ki...
Devir değişti teknoloji hayatımızı işgal etti...
İnsanlar küçücük aletler sayesinde dünyada bir başka insanların yaşadıklarını fark etti, gelişmeleri gördü, duydu...
Böyle olunca artık kendi dünyası ve değerleri dar gelmeye başladı.
Özgürlük, demokrasi, insan hakları gibi değerleri tanıdı.
Mahallesinde, şehrinde, işyerinde hiç tanımadığı başka başka anlayıştaki insanlarla münasebet kurmak durumunda kaldı.
Ve bir değişim süreci başladı...
Bugün geldiğimiz nokta da genç jenerasyon adaptasyon ve yeni çağdaş yaşamı içselleştirmede oldukça yol almış
gözüküyor.
Fakat yaşı ellinin üstünde olan bizler ise hala...
Hayatımızı bir başkalarının bakış açılarına göre belirleme alışkanlığımızı terk edebilmiş değiliz.
'Elgördülük' dediğimiz bu davranış biçimi içimize öyle bir yerleşmiş ki...
Korkarım bununla mezara kadar gideriz diye düşünüyorum.
Kendi adıma bizi olduğumuz yere mıh gibi çakan, beyinlerimizi açmayan, karanlıklara hapseden ve kendimize olan güveni yok eden...
Bu 'El gördülük' tavır ve tutuma şiddetle karşıyım.
Bu alışkanlığın bizi her yönden mahrum bıraktığına inanıyorum.
Kendine güven, kişilik gelişimi, hür irade beyanı, kendini ifade etme gibi konularda hem bireysel hem toplumsal
geri bıraktığı aşikardır.
Bunu kendimden gözlemlediğimi söyleyebilirim.
Mesela...
Bu 'El gördülük anlayışı bende nasıl bir olumsuz bir etki bırakmışsa...
Otuz beş yaşına kadar bir bayanla medeni bir çerçevede konuşamadığımı üzülerek hatırlarım.
''Acaba bana ne derler'' zihin ablukası altında.
Evet...
Artık...
Bir başkasının benim hakkımda 'ne der, ne düşünür ‘taarruzundan kendimizi bir an önce kurtarıp...
Akla, bilime ve özgür irademize uygun bulduğumuz davranışlara yelken açmalıyız.
Bu davranış tipi bizi daha sağlıklı bir topluma götürecektir diye şiddetle inanıyorum.
Yalnız...
Tek bir dip not düşmem gerekirse...
Bir başkasına benzemek çukuruna düşmeden, sadece 'Ben ‘olarak kalabilmek şartıyla.
Saygılarımla...