İnsanları ve cinleri kendisine kulluk etmeleri için yaratan Allah Teâla, kulluğun nasıl yapılacağını peygamberleri vasıtasıyla insanlara bildirmiştir. Bu maksada matuf olarak Hz. Adem (a.s)’dan Peygamberimiz (a.s)’a gelinceye kadar on binlerce peygamber gönderilmiştir. Peygamberlik halkasının sonuncusu ise, ümmeti olmakla müşerref olduğumuz Peygamberimiz efendimiz Hz. Muhammed Mustafa (a.s)’dir. “Muhammed, Allah’ın Rasûlü ve nebilerin sonuncusudur.” (Ahzab, 40). Bu bakımdan Hz. Peygamber (a.s)’ın hem kendisi hem de tebliğ ettiği dini ve kendisine vahyedilen kitabı Kuran-ı Kerim de evrensel olup kıyamete kadar hükmü geçerlidir. “Biz seni ancak bütün insanlara müjdeleyici ve uyarıcı olarak gönderdik, fakat insanların çoğu (bu gerçeği) bilmez.” (Sebe’, 28). "Biz seni bütün insanlara elçi olarak gönderdik, şahit olarak Allah yeter." (Nisa, 79)
Peygamberimiz (a.s), insanların elleriyle yaptıkları cansız putlara taptıkları, güçlünün hakim olduğu, kız çocuklarının diri diri toprağa gömüldüğü ve ahlak kurallarının hiçe sayıldığı, insanlığın cehaleti ve gafleti en koyu bir şekilde yaşadığı dönemde risalet göreviyle gönderilmiştir. Sevgili Peygamberimizin dünyaya gelişini ve o dönemin özelliklerini istiklal ve iman şairimiz Mehmet Akif Ersoy şöyle anlatır:
Ondört asır evvel, yine böyle bir geceydi,
Kumdan, ayın ondördü, bir öksüz çıkıverdi!
Lakin, o ne husrandı ki: Hissetmedi gözler,
Kaç bin senedir halbuki bekleşmedelerdi!
Nerden görecekler? Göremezlerdi tabiî;
Bir kerre, zuhûr ettiği çöl en sapa yerdi,
Bir kerre de mâmûre-i dünyâ, o zamanlar,
Buhranlar içindeydi, bu günden de beterdi.
Sırtlanları geçmişti beşer yırtıcılıkta;
Dişsiz mi bir insan, onu kardeşleri yerdi!
Kuran-ı Kerim’de peygamberimizin insanlığa büyük bir lütuf olduğundan bahsedilir. “And olsun ki içlerinden, kendilerine Allah’ın âyetlerini okuyan, onları arındıran, onlara kitap ve hikmeti öğreten bir peygamber göndermekle Allah, müminlere büyük bir lutufta bulunmuştur. Halbuki daha önce onlar, apaçık bir sapkınlık içinde bulunuyorlardı.” (Âl-i İmrân, 164)
Yüce Allah (c.c.) Peygamberimize (a.s) üç büyük görev vermiştir:
1-Tebiğ: Bütün peygamberler gibi Peygamberimiz de Allah’tan (c.c) aldığı vahyi hiç eksiltmeden ve artırmadan insanlara ulaştırmıştır. “Ey Resûl! Sana indirileni teblîğ et! Eğer bunu yapmazsan, O’nun elçiliğini yapmamış olursun! Allah Sen’i insanlardan koruyacaktır. Şüphesiz ki Allah, kâfirler topluluğunu hidâyete erdirmez.” (el-Mâide, 67)
İnsanlık tarihine baktığımız zaman kendisine kitap verilmeyen binlerce peygamberin olduğunu görürüz. Ancak peygembersiz bir kitap gönderilmemiştir. Bu da gösteriyor ki Kuran âyetlerinin yani Allah’ın (c.c) gönderdiği dinin nasıl yaşanacağını ancak peygamberlerden öğrenebiliriz. Bu meyanda peygamberimizin bize dinimizin nasıl yaşanacağını ve ibadetlerin ne şekilde olacağını öğrettiği yol sünnet ve hadislerdir.
2-Tebyîn: Sevgili peygamberimizin ikinci ve önemli görevi de tebyîn yani kendisine gönderilen dini açıklamaktır. Esasen Allah’ın (c.c), kitabı bir peygamber vasıtasıyla göndermesindeki hikmeti de budur. Zira kendisine kitap verilen peygamberler o kitabın nasıl okunup anlaşılacağını ve en önemlisi de nasıl yaşanacağını insanlara açıklamış ve kendileri bizzat yaşayarak göstermişlerdir. “Senden önce de ancak, kendilerine vahyettiğimiz birtakım erkekleri peygamber olarak gönderdik. Eğer bilmiyorsanız ilim sahiplerine sorun. (O peygamberleri) apaçık belgeler ve kitaplarla gönderdik. İnsanlara, kendilerine indirileni açıklaman ve onların da (üzerinde) düşünmeleri için sana bu Kur’ân’ı indirdik.” (Nahl 16/43-44)
3-Temsil: Sevgili peygamberimiz anlattıklarını önce kendi hayatında yaşayan birisi olarak aynı zamanda örnek ve rol model olmuştur. “Andolsun, Allah’ın Rasûlünde sizin için, Allah’a ve ahiret gününe kavuşmayı uman, Allah’ı çok zikreden kimseler için güzel bir örnek vardır.” (Ahzab, 21). “(Ey Peygamberim!) Biz seni gerçek ile birlikte müjdeleyici ve uyarıcı olarak gönderdik.” (Fatır, 24)
Sevgili Peygamberimiz; vefakar bir eş, şefkatli bir baba, doğru bir tâcir, emin bir ortak, insanlığın yolunu aydınlatan bir mürşid, varlığını Allah’a yöneltmiş bir âbid, büyük bir hukukçu, eşsiz bir haksever, mihrapta namaz kıldıran bir imam, hutbe irad eden bir hatip, büyük bir asker, müstesna bir kumandandır.
Doğum yıldönümünü kutladığımız peygamberimizi anlamak; bize emanet olarak bıraktığı Kuran ve Sünnete sımsıkı sarılmak ile mümkün olur. Bize rabbimizi öğreten ve Kuran-ı Kerim ile bizi buluşturan, mümin olmanın gereği olarak namazdan oruca, hacdan zekâta her bir ibadetimizi nasıl yerine getireceğimizi bize gösteren Sevgili Peygamberimizdir. İmanın manasını bize anlatan; iyi bir insan, salih bir kul, olgun bir mümin olmayı bize öğreten odur. Nitekim o kendisini şöyle anlatır: “Ben, güzel ahlakı tamamlamak için gönderildim.” (Ahmed b. Hanbel, 2/381)
Son Peygamber’in hayatına baktığımızda görürüz ki, iman ve ibadet ancak güzel ahlakla kemale erer. Sünnet namazları kılmak nasıl ondan bize miras kalmışsa, samimi ve dürüst olmak, can taşıyan her varlığa şefkat ve merhamet göstermek, adaletten ayrılmamak, ailenin değerini bilmek ve mümin kardeşliğinin hakkını vermek de aynı şekilde onun sünnetidir.
“İnmezdi arza Kuran doğmazdı kalbe iman,
Mechûl olurdu esmâ sensiz canım Muhammed.”
28 Ekim 2020 Çarşamba akşamı idrak edeceğimiz Mevlid Kandilinizi tebrik eder, milletimiz ve bütün insanlık için hayırlara vesile olmasını yüce Mevlâ’dan niyaz ederim.