Dünyanın uzun tarihinde, maksimum tehlike anında özgürlüğü savunma rolü yalnızca birkaç kuşağa verildi. Bu sorumluluktan çekinmiyorum. Bugün burada İşsizlik ve Toplumsal Eşitlikte Kadın İstihdamının önemi hakkında konuşmak için bulunuyorum.
Türkiye'de işsizlik oranları TÜİK tarafından 12,1 olarak açıklandı. Yani bu oran Türkiye'de 4 milyon 3 bin kişinin işsiz olduğu anlamına geliyor. 4 milyon 3 bin kişiden 1 milyonu ve daha fazlasını içeren grup üniversite mezunu. Ayrıca Türkiye'de çalışma çağındaki genel kadın nüfusu 32,1 milyondur. Kalan 22,1 milyon kadın ise çeşitli nedenlerle işgücüne katılmak istememektedir. Pandemi döneminde bu sayıların daha da arttığını gözlemliyoruz. Geçen Mayıs ayında çalışmak isteyip de iş bulamayan kadın sayısı 1,6 milyona ulaştı. Bir önceki ay erkek istihdamı 117 bin kişi artarken, kadın istihdam oranı 332 bin kişi azaldı. Son bir yılda işsiz kadın sayısı 228 bin artarken, işsiz erkek sayısı sadece 25 bin arttı. Bu rakamlar işsizlik oranlarını açıklıyor ama bu rakamların açıklamadığı bir şey var, kadınların işe alınma oranları düşerken erkeklerin işe alınma oranlarının artması nasıl açıklanabilir?
Bir eşitlik dengesi yaratmak istiyorsak her iki bireye de "cinsiyet" olarak değil, insan olarak yaklaşmamız gerekmektedir. Bunun yanı sıra işverenlerin kar odaklı ilerlediğinin farkındayım. İş gücünden verim almak, üretim ve zaman yönetimi adına şirkete değer kazandıracağı için erkek işçilere öncelik tanınıyor bununda farkındayım. Haklı olduğunuz paylar elbette var. Ancak, iş yükünün sadece erkeklerin üzerinde olması eşitsizliğin bir göstergesidir. Bizi bölen sorunlarla uğraşmak yerine, iki tarafın da bizi birleştiren sorunları keşfetmesine izin verin.
Eşitlik arayışında olduğumuzu söylüyoruz peki bu eşitlik arayışında, erkeklere daha fazla sorumluluk yüklemek yerine, kendi yaşamsal sorumluluklarımızı üstlenmemiz gerekmez mi? Kadın arkadaşlarımın, maddi sorumlulukları tamamen erkeklerin üzerine bırakıldığında onların hissettikleri baskıyı anlamaları için empati kurmalarını istiyorum.
Burada aynı konunun iki farklı empati yöntemini birlikte yapalım istiyorum.Söyleyeceğimiz rakamlar tamamen hipotezden ibaret. Kişilerin seçimlerine ve tercihlerine göre bu rakam artış veya azalış gösterebilir.
Diyelim ki sevdiğiniz ve evlenmek istediğiniz birisi var. Düğün hazırlıkları için gider hesabı yaptığınızda bu hazırlıkların maliyetinin size minimum 160.000 TL olarak yansıyacağını gördünüz. Ev, araba ve ev içi masraflarını saymayalım bu rakam sadece kına ve düğün masraflarını kapsadığını varsayalım. Bu maliyeti karşılayacak birikmiş bir bütçeniz yoksa veya aileden gelen bir desteğiniz yoksa krediye başvurursunuz öyle değil mi?
Sevdiğiniz kişiyle aynı evde yaşamak için ödeyeceğiniz bedel, bir ömür boyu borç ödemek ve ev içerisinde borç kaynaklı tartışmalar yaşamak.
Tüm bunları göze aldığınızı varsayarak, biraz daha derine inmek istiyorum.
Evlendiniz bir türlü anlaşamıyorsunuz ve ayrılmaya karar verdiniz. Borçlu olduğunuzu düşünün. Erkek ya da kadın, hepinizin bu duyguyu anımsamanızı istiyorum. 160.000 Türk lirasının üzerinde ki faizi gözünüzde canlandırın ve maaşınızı da göz önünde bulundurun. Boşandığınızda bu borcu kim ödeyecek? Ödemek ister miydiniz?
Kadın çalışmıyorsa ve erkek krediyi kendisi adına çekmişse bu yük doğrudan erkeğin üstüne kalıyor.
Burada varmak istediğimiz konu şu, Kadınların iş hayatında istihdam oranı erkeklere nazaren çok daha düşüktür. Çalışmak isteyen ve çalışmak istemeyen kadın oranlarını yukarıda belirtmiştik.
İç ve dış huzursuzluğun en büyük nedeninin mali sorunlar olduğunu unutmayalım. Çünkü bu sorunlar çiftlerin yollarını ayırmasında da büyük bir rol oynuyor.
Şimdi ise boşanma oranlarına bir göz atmanızı istiyorum.
2019 yılında boşanan çift sayısı 156 bin 587 iken, 2020 yılında %13,8 azalarak 135 bin 22'ye geriledi.
Tabii ki, boşanmaların sebebi sadece ekonomik kaynaklı sorun değil. Şiddet, anlaşmazlık, saygısızlık gibi diğer etmenlerde boşanmaların bir diğer sebebi ancak biz bugün ekonomik eşitsizlik kaynaklı sorunların toplumsal yapımıza nasıl yansıdığı hakkında konuşacağız.
Sorumuza dönelim,
Boşanacağınızı bilseydiniz, bu borca girer miydiniz?
Bir diğer soru da mutsuz olacağınızı bilerek bu borcu üstlenir miydiniz?
Toplumumuz böyle istiyor, dış etkenler böyle olmasını bekliyor diyerek bir koltuk takımına ömür boyu para vermek mantıklı bir karar mı?
Bu nedenle kadınların iş hayatına girmesi önemlidir.
Eşit sorumluluk, eşit anlayış.
Kadın istihdam oranlarının artması hem aile kurmak istediğinizde hem de kendi hayatınızda özgür olmak istediğinizde önemli bir rol oynamaktadır.
Erkeklerin alınlarına ekonomik sorumluluğun damgalanması, çeşitli psikolojik rahatsızlıkları da beraberinde getiriyor. Kızlar küçüklükten beri "aman kızım narin kızım" diye yetiştirilirse, erkekler de "erkek adamın parası olur" diye yetiştirilmeye devam ederse bu gelişme dönemi kişinin yetişkinliğine, sabırsızlık, öfke, tahammülsüzlük olarak yansıyacaktır. Kadınların naif ve narin oldukları için iş hayatında başarısız olacağı ve hayatın zorluklarını sadece erkeklerin sorumluluğuna bırakılması gerektiği düşüncesiyle toplumsal huzura nasıl ulaşabiliriz? Ülkemizde sosyal refah oranını dengeleyebilmemiz için öncelikle kendi sorumluluklarımızın bilincinde olmalı ve karşımızdaki kişiyi yormamalıyız.
Kadınların ekonomik özgürlüğü erkekler için bir tehdit oluşturmamalı, aksine kadınların ekonomik özgürlüğü sizi daha iyi anlamalarını sağlayacaktır. İş stresi, borç gerilimi...
Bu duygular empati ile anlaşılabilecek duygular değildir. Bunlar yaşanması ve tecrübe edilmesi gereken duygulardır. Aile içinde ve genel olarak fikir çatışmalarında, iş yükünün eşit konumlandırılması kişiler arasında aynı zamanda saygı ve anlayışı da artıracaktır.
Bu nedenle kadın istihdam oranlarını artırmalı, kadınların iş hayatına atılması için yapılan projeleri desteklemeli ve insani duygularımızın önüne sonradan türetilmiş olguları getirmemeliyiz. Birlik olmalıyız, bir olmalıyız Ve bu yüzden dostlarım, ülkenizin sizin için ne yapabileceğini sormayın, sizin ülkeniz için ne yapabileceğinizi sorun. Yıllardır toplumsal huzuru sağlamak adına çalışmalar yapıldığı, tutanaklar tutulduğu, kanunlar çıkartıldığı öne sürülüyor öyle değil mi? En azından bizler öyle biliyoruz. Toplumumuzun bu denli kırılmalar yaşamasının sebeplerini sizlere saymakla bitiremem belki ama en önemli 3 sebebi söyleyebilirim. Bunlar, Enflasyon ,Eşitsizlik, İşsizlik. Bu üç sorunu tamamen aşamamız için öncelikle aşmamız gereken bir tabu var. Bu tabuyu hepimiz biliyoruz. “Kadın buraya ait değil.” Bu düşünce zincirinden kurtulduğumuz an, toplum yararına yapacağımız çalışmaların artacağına da yürekten inanıyorum. Konuşmamı bitirmeden önce yapmanızı istediğim bir şey var, sonrasında bir alıntı metin ile konuşmamı bitireceğim.
Bugün bir kadınsanız bir erkek olduğunuzu, bir erkek iseniz bir kadın olduğunuzu ve Türkiye şartlarında hayatta kalmak için tek başınıza olduğunuzu hayal edin. Aileniz yok, herhangi bir maddiyatınız yok. Bunu kazanmak için başvuracağınız yolları düşünün ve başvurduğunuz yollarda tercih edilen mi yoksa seçen mi oluyorsunuz bunu gözlemleyin. Bir de devletinizin olmadığını “kağıtsız” olarak mülteci olarak bir yerde yaşayacaksınız, hayatta nasıl kalırdınız?
Eğer bir kadın olarak, bunca sorumluluğun altına giremeyeceğinizi düşünürseniz ki öyle olacaktır, erkeklere yük ambargosu yapmaktan vazgeçin.
Eğer bir erkek olarak değerlendirdiyseniz, kadınları tehdit olarak algılamaktan vazgeçmeli ve kadının toplumsal yerini yadırgamayı bırakmalısınız.
Son olarak Behçet Kemal Çağlar’ın Gençlere Öğüt konuşma metninin bir kısmı ile konuşmamı sonlandırmak istiyorum.
Sizlere teklifim, yokuştan inerken göreceğiniz aşı boyalı bir evin önünde durup düşünmenizdir. Vaktiyle orada sadece kalemi ile istibdada, zulme, cesaretle kafa tutan Tevfik Fikret adlı biri yaşamıştı. Ona benzemeye çalışın.
Eğer kendinizde o kudreti bulamıyorsanız, yokuştan biraz daha aşağı inin, solunuzda, Rumelihisarı’nın burçlarını göreceksiniz. O kaleyi, aşağı yukarı sizin yaşınızda bir genç, Fatih Sultan Mehmet yaptırdı ve ülkesine İstanbul’u kazandırdı. Ona benzemeye çalışın.
Şayet bunu da göze alamazsanız, daha aşağılara inince bir mezarlığa rastlayacaksınız; içinde dünyanın bütün güzelliklerini şahane bir şekilde dile getirmiş şair Yahya Kemal yatıyor. Onun gibi olmaya bakın.
Yok, bunu da yapamam derseniz, yolunuza devam edin, karşınıza deniz gelecek; kendinizi hemen oraya atın.
Türkiye'de işsizlik oranları TÜİK tarafından 12,1 olarak açıklandı. Yani bu oran Türkiye'de 4 milyon 3 bin kişinin işsiz olduğu anlamına geliyor. 4 milyon 3 bin kişiden 1 milyonu ve daha fazlasını içeren grup üniversite mezunu. Ayrıca Türkiye'de çalışma çağındaki genel kadın nüfusu 32,1 milyondur. Kalan 22,1 milyon kadın ise çeşitli nedenlerle işgücüne katılmak istememektedir. Pandemi döneminde bu sayıların daha da arttığını gözlemliyoruz. Geçen Mayıs ayında çalışmak isteyip de iş bulamayan kadın sayısı 1,6 milyona ulaştı. Bir önceki ay erkek istihdamı 117 bin kişi artarken, kadın istihdam oranı 332 bin kişi azaldı. Son bir yılda işsiz kadın sayısı 228 bin artarken, işsiz erkek sayısı sadece 25 bin arttı. Bu rakamlar işsizlik oranlarını açıklıyor ama bu rakamların açıklamadığı bir şey var, kadınların işe alınma oranları düşerken erkeklerin işe alınma oranlarının artması nasıl açıklanabilir?
Bir eşitlik dengesi yaratmak istiyorsak her iki bireye de "cinsiyet" olarak değil, insan olarak yaklaşmamız gerekmektedir. Bunun yanı sıra işverenlerin kar odaklı ilerlediğinin farkındayım. İş gücünden verim almak, üretim ve zaman yönetimi adına şirkete değer kazandıracağı için erkek işçilere öncelik tanınıyor bununda farkındayım. Haklı olduğunuz paylar elbette var. Ancak, iş yükünün sadece erkeklerin üzerinde olması eşitsizliğin bir göstergesidir. Bizi bölen sorunlarla uğraşmak yerine, iki tarafın da bizi birleştiren sorunları keşfetmesine izin verin.
Eşitlik arayışında olduğumuzu söylüyoruz peki bu eşitlik arayışında, erkeklere daha fazla sorumluluk yüklemek yerine, kendi yaşamsal sorumluluklarımızı üstlenmemiz gerekmez mi? Kadın arkadaşlarımın, maddi sorumlulukları tamamen erkeklerin üzerine bırakıldığında onların hissettikleri baskıyı anlamaları için empati kurmalarını istiyorum.
Burada aynı konunun iki farklı empati yöntemini birlikte yapalım istiyorum.Söyleyeceğimiz rakamlar tamamen hipotezden ibaret. Kişilerin seçimlerine ve tercihlerine göre bu rakam artış veya azalış gösterebilir.
Diyelim ki sevdiğiniz ve evlenmek istediğiniz birisi var. Düğün hazırlıkları için gider hesabı yaptığınızda bu hazırlıkların maliyetinin size minimum 160.000 TL olarak yansıyacağını gördünüz. Ev, araba ve ev içi masraflarını saymayalım bu rakam sadece kına ve düğün masraflarını kapsadığını varsayalım. Bu maliyeti karşılayacak birikmiş bir bütçeniz yoksa veya aileden gelen bir desteğiniz yoksa krediye başvurursunuz öyle değil mi?
Sevdiğiniz kişiyle aynı evde yaşamak için ödeyeceğiniz bedel, bir ömür boyu borç ödemek ve ev içerisinde borç kaynaklı tartışmalar yaşamak.
Tüm bunları göze aldığınızı varsayarak, biraz daha derine inmek istiyorum.
Evlendiniz bir türlü anlaşamıyorsunuz ve ayrılmaya karar verdiniz. Borçlu olduğunuzu düşünün. Erkek ya da kadın, hepinizin bu duyguyu anımsamanızı istiyorum. 160.000 Türk lirasının üzerinde ki faizi gözünüzde canlandırın ve maaşınızı da göz önünde bulundurun. Boşandığınızda bu borcu kim ödeyecek? Ödemek ister miydiniz?
Kadın çalışmıyorsa ve erkek krediyi kendisi adına çekmişse bu yük doğrudan erkeğin üstüne kalıyor.
Burada varmak istediğimiz konu şu, Kadınların iş hayatında istihdam oranı erkeklere nazaren çok daha düşüktür. Çalışmak isteyen ve çalışmak istemeyen kadın oranlarını yukarıda belirtmiştik.
İç ve dış huzursuzluğun en büyük nedeninin mali sorunlar olduğunu unutmayalım. Çünkü bu sorunlar çiftlerin yollarını ayırmasında da büyük bir rol oynuyor.
Şimdi ise boşanma oranlarına bir göz atmanızı istiyorum.
2019 yılında boşanan çift sayısı 156 bin 587 iken, 2020 yılında %13,8 azalarak 135 bin 22'ye geriledi.
Tabii ki, boşanmaların sebebi sadece ekonomik kaynaklı sorun değil. Şiddet, anlaşmazlık, saygısızlık gibi diğer etmenlerde boşanmaların bir diğer sebebi ancak biz bugün ekonomik eşitsizlik kaynaklı sorunların toplumsal yapımıza nasıl yansıdığı hakkında konuşacağız.
Sorumuza dönelim,
Boşanacağınızı bilseydiniz, bu borca girer miydiniz?
Bir diğer soru da mutsuz olacağınızı bilerek bu borcu üstlenir miydiniz?
Toplumumuz böyle istiyor, dış etkenler böyle olmasını bekliyor diyerek bir koltuk takımına ömür boyu para vermek mantıklı bir karar mı?
Bu nedenle kadınların iş hayatına girmesi önemlidir.
Eşit sorumluluk, eşit anlayış.
Kadın istihdam oranlarının artması hem aile kurmak istediğinizde hem de kendi hayatınızda özgür olmak istediğinizde önemli bir rol oynamaktadır.
Erkeklerin alınlarına ekonomik sorumluluğun damgalanması, çeşitli psikolojik rahatsızlıkları da beraberinde getiriyor. Kızlar küçüklükten beri "aman kızım narin kızım" diye yetiştirilirse, erkekler de "erkek adamın parası olur" diye yetiştirilmeye devam ederse bu gelişme dönemi kişinin yetişkinliğine, sabırsızlık, öfke, tahammülsüzlük olarak yansıyacaktır. Kadınların naif ve narin oldukları için iş hayatında başarısız olacağı ve hayatın zorluklarını sadece erkeklerin sorumluluğuna bırakılması gerektiği düşüncesiyle toplumsal huzura nasıl ulaşabiliriz? Ülkemizde sosyal refah oranını dengeleyebilmemiz için öncelikle kendi sorumluluklarımızın bilincinde olmalı ve karşımızdaki kişiyi yormamalıyız.
Kadınların ekonomik özgürlüğü erkekler için bir tehdit oluşturmamalı, aksine kadınların ekonomik özgürlüğü sizi daha iyi anlamalarını sağlayacaktır. İş stresi, borç gerilimi...
Bu duygular empati ile anlaşılabilecek duygular değildir. Bunlar yaşanması ve tecrübe edilmesi gereken duygulardır. Aile içinde ve genel olarak fikir çatışmalarında, iş yükünün eşit konumlandırılması kişiler arasında aynı zamanda saygı ve anlayışı da artıracaktır.
Bu nedenle kadın istihdam oranlarını artırmalı, kadınların iş hayatına atılması için yapılan projeleri desteklemeli ve insani duygularımızın önüne sonradan türetilmiş olguları getirmemeliyiz. Birlik olmalıyız, bir olmalıyız Ve bu yüzden dostlarım, ülkenizin sizin için ne yapabileceğini sormayın, sizin ülkeniz için ne yapabileceğinizi sorun. Yıllardır toplumsal huzuru sağlamak adına çalışmalar yapıldığı, tutanaklar tutulduğu, kanunlar çıkartıldığı öne sürülüyor öyle değil mi? En azından bizler öyle biliyoruz. Toplumumuzun bu denli kırılmalar yaşamasının sebeplerini sizlere saymakla bitiremem belki ama en önemli 3 sebebi söyleyebilirim. Bunlar, Enflasyon ,Eşitsizlik, İşsizlik. Bu üç sorunu tamamen aşamamız için öncelikle aşmamız gereken bir tabu var. Bu tabuyu hepimiz biliyoruz. “Kadın buraya ait değil.” Bu düşünce zincirinden kurtulduğumuz an, toplum yararına yapacağımız çalışmaların artacağına da yürekten inanıyorum. Konuşmamı bitirmeden önce yapmanızı istediğim bir şey var, sonrasında bir alıntı metin ile konuşmamı bitireceğim.
Bugün bir kadınsanız bir erkek olduğunuzu, bir erkek iseniz bir kadın olduğunuzu ve Türkiye şartlarında hayatta kalmak için tek başınıza olduğunuzu hayal edin. Aileniz yok, herhangi bir maddiyatınız yok. Bunu kazanmak için başvuracağınız yolları düşünün ve başvurduğunuz yollarda tercih edilen mi yoksa seçen mi oluyorsunuz bunu gözlemleyin. Bir de devletinizin olmadığını “kağıtsız” olarak mülteci olarak bir yerde yaşayacaksınız, hayatta nasıl kalırdınız?
Eğer bir kadın olarak, bunca sorumluluğun altına giremeyeceğinizi düşünürseniz ki öyle olacaktır, erkeklere yük ambargosu yapmaktan vazgeçin.
Eğer bir erkek olarak değerlendirdiyseniz, kadınları tehdit olarak algılamaktan vazgeçmeli ve kadının toplumsal yerini yadırgamayı bırakmalısınız.
Son olarak Behçet Kemal Çağlar’ın Gençlere Öğüt konuşma metninin bir kısmı ile konuşmamı sonlandırmak istiyorum.
Sizlere teklifim, yokuştan inerken göreceğiniz aşı boyalı bir evin önünde durup düşünmenizdir. Vaktiyle orada sadece kalemi ile istibdada, zulme, cesaretle kafa tutan Tevfik Fikret adlı biri yaşamıştı. Ona benzemeye çalışın.
Eğer kendinizde o kudreti bulamıyorsanız, yokuştan biraz daha aşağı inin, solunuzda, Rumelihisarı’nın burçlarını göreceksiniz. O kaleyi, aşağı yukarı sizin yaşınızda bir genç, Fatih Sultan Mehmet yaptırdı ve ülkesine İstanbul’u kazandırdı. Ona benzemeye çalışın.
Şayet bunu da göze alamazsanız, daha aşağılara inince bir mezarlığa rastlayacaksınız; içinde dünyanın bütün güzelliklerini şahane bir şekilde dile getirmiş şair Yahya Kemal yatıyor. Onun gibi olmaya bakın.
Yok, bunu da yapamam derseniz, yolunuza devam edin, karşınıza deniz gelecek; kendinizi hemen oraya atın.